“İnsanı insan yapan özellik,“duyma”sıdır. Duyma, kulağın işitmesi değil, kalbin sızlayabilmesi hâlidir. İnsan duyabildiği kadar insan, duyabildiği kadar anne, baba, eş ve dosttur. Duyamadığı kadar zarar verici.

Duyarsızlaşmış bir kalp önce en yakınlarına acı çektirir, unutmayın.”
Âdem Güneş
Sizde fark ediyor musunuz?
Neden bu kadar duyarsızlaştık? 
Toplum olarak da, birey olarak da çok duyarsız hale geldik. Duyarsızlaşmış bir insan ve toplum; İşitir ama duymaz, bakar ama görmez, düşünür ama anlamaz.
Şöyle etrafımıza bir baktığımızda insanların duyarsızlığını fark etmek hiç de zor değil aslında. Bir “Tele vole”, bir “Lay lay lom” kültürü içerisinde yaşayıp gidiyoruz.
Günümüzde teknoloji ilerledikçe duyarlılık azalıyor, insanlık kayboluyor. İnsanlar menfaatlerini çıkarlarını ilk sırada tutuyorlar. Menfaatimiz yoksa kendimizden başka hiç kimseyle ilgilenmiyoruz, hiç kimseyi düşünmüyoruz.
İnsanlar çevrelerinde gerçekleşen birçok olaya duyarsız kalıyorlar umursamıyorlar.
Peki, yarınlarımız olan, geleceğimiz olan çocuklarımıza, daha duygusuz bir gelecek bırakacağımızın farkında mıyız?
Empati kuruyorum, üzülüyorum.
Umursamıyoruz.
Gittikçe yalnızlaşıyoruz, yabancılaşıyoruz.
Neden bu kadar duyarsızız? Haliyle soruyoruz. Neden diye? 
Bir insan düşünün; Anaya duyarsız.
Bir insan düşünün; Babaya duyarsız.
Bir insan düşünün; Akrabaya duyarsız. 
Bir insan düşünün; Komşuya duyarsız. 
Bir insan düşünün; Arkadaşa duyarsız.
Bir insan düşünün: Çevreye duyarsız.
Bir insan düşünün; Memlekete duyarsız.
Bireyselleştikçe duyarsızlaştık, duyarsızlaştıkça insani değerlerden uzaklaşıp bencilleştik.
Ve bencilleştikçe yalnızlaştık.
Nerede bu duyarlı insanlar?
Eskilerde mi kaldı bazı değerler?
Hiç tanımadığımız bir komşunun ölümünde bile bir hafta radyo, televizyon açmayan bir toplum iken şimdi ne oldu da anamızın, babamızın, amcamızın, halamızın, teyzemizin ve dayımızın hal hatırını sormaz olduk. 
Her toplumun kendine özgü geçmişten günümüze taşıdığı örf-adet-gelenek ve görenekleri vardır. Maalesef gelenek ve göreneklerimizi de unutuyoruz.
Ahlaki ve manevi yozlaşmanın olduğu her yerde bu böyledir. 
İnsanlar artık bu dünya da sadece para için yaşıyor. 
Herkes zor hayat koşullarının arkasına sığınarak diğer insanlara vakit ayıramayacağını kendi derdinin kendine yettiğini savunuyor. 
Her birimiz birer birey olarak toplumda yaşam mücadelesi veriyoruz. 
Geleceğimiz, ailemiz, çocuklarımız ve torunlarımız için çalışıyoruz; hem de her türlü zorluğa rağmen yılmadan, usanmadan, bıkmadan ayaklarımızın üzerinde dimdik durarak. Her türlü çabayı hatta bazen olağanüstü gayreti bile gösteriyoruz kendimiz ve sevdiklerimiz için. Peki ya diğerleri, bizimle aynı yaşamı paylaşan, aynı havayı soluyan çevremizdeki diğer insanlar? 
Onlar için neler yapıyoruz, onlar hakkında neler düşünüyoruz? 
Belki de varlıklarından, sıkıntılarından haberdar bile değiliz. 
Belki de çevremizde olup olmamaları bizi hiç ilgilendirmiyor.
Bu arada komşuluk diye bir şey zaten 30-40 sene öncede kaldı. 
İnsanlar artık birbirleriyle muhatap bile olmuyor. 
Birkaç mahallede ve birkaç apartmanda oturdum istisnalar hariç neredeyse hiç birinde komşuluğun zerresi yoktu. Gerçek arkadaşlıklar, samimi komşuluklar zorda olanı görünce yardıma koşan insanlar çok azaldı. 
Herkesi para hırsı bürümüş eğitimsizliğin de çok etkisi var tabii ki eğitimsizlik sadece okul okumak değil, örneğin bir gazete okuma oranımıza, kitap okuma oranımıza bakalım birde gereksiz Show programlarının, magazin programlarının ve dizilerin izlenme oranlarına bakalım. İnsanlar komşusunu tanımaz ama dizideki karakter için ağlar. 
Sahi neden bu kadar duyarsızlaştık. 
“Rahat olmak lazım fakat duyarsız değil. 
Açık sözlü olmak lazım fakat edepsiz değil.”
Yazacak o kadar şey var ki!
Duyarlı insanların yetiştirildiği ve duyarlı bir toplum olmak dileklerimle!