Mustafa Kemal Atatürk'ün "Köylü milletin efendisidir." söyleminden hareketle bu haftaki köşe yazımda Atatürk’ten iki anı anlatacağım. Atatürk Milli Mücadeleye başlarken elinde ne silah, ne cephane,

ne asker hiçbir şey yoktu. Ülke işgal edilmeye başlandığı zaman elindeki tek güç Türk Milleti idi. Milli Mücadele O’nun önderliğinde kazanıldı ve Türkiye Cumhuriyeti kuruldu. Ancak asıl mücadele bundan sonra başlıyordu. Türk Milleti genciyle, yaşlısıyla, kadınıyla, erkeğiyle, köylüsüyle, şehirlisiyle Atatürk’e destek oldu. Atatürk Türk milletine, özellikle Türk köylüsüne büyük bir sevgi duyuyordu. Türk köylüsünün zaferden sonra hak ettiği yere gelmesi için uğraştı. Atatürk’e göre milletin efendisi olan köylü, efendi seviyesine getirilinceye kadar çalışılmalıydı. Bu sağlandığı zaman ülkenin de yükseleceğini biliyordu. Yaşamı boyunca bu amacını gerçekleştirmek için gayret etti. Köylünün ilerlemesine engel olan vergileri kaldırdı, onun toprak sahibi olmasına çalıştı. Üretimin arttırılması için gerekli tedbirleri aldı. Bunun yanında köylünün eğitimiyle de ilgilendi. Atatürk’ün bu çalışmaları sonucu Türk köylüsü hak ettiği yere geldi.
Anlatacağım bu anılar, kaybettiğimiz, sahip çıkamadığımız, hayatımızda fazla yer veremediğimiz ama milletimizin özünde olan ve asla yitip gitmeyecek değerlerimizin varlığını anımsatan anılardır.
Atatürk, sık sık memleketi dolaşan bir liderdi. Çiftçi ile konuşur; işçi, sanatkâr, esnaf ile konuşur. Memleketin derdini arar bulur. Meclise getirir, milletvekillerinden, bakanlardan hesap sorardı.
İşte böyle yurt gezilerinden birinde orta Anadolu’da tarlasında çift süren bir çiftçi ile karşılaşmıştır.
– Kolay gele, bereketli ola ağa.
– Allah razı olsun bey.
– Hayrola ağa, öküzün teki ne oldu?
– Devlete borcumuz vardı bey, icra kapımızı çalınca çaresiz kaldık, koca öküzü satıp borcumuzu ödedik.
Sağlık olsun ağa diyerek konuşmasını kısa kesmiştir.
Çiftçinin adı Halil Ağa idi. Atatürk’ün yanındakiler, İçişleri Bakanı Şükrü Kaya, Salih Bozok, Kılıç Ali, Husrev Gerede, Emir Subayı Resuhi Bey, daha bir kaç yakını vardı. Yürüyorlardı. Atatürk düşünceli idi. Salih Bozok’u yanına çağırdı. Salih, yarın sabah git Halil Ağayı bul, bana getir. Benim kim olduğumu sorarsa, bizim bey seni bir kahve içmeye çağırıyor de.
Ertesi gün; Salih Bozok Halil Ağayı bulmuş, yanına getirmiştir. Atatürk ayağa kalkarak;
Buyur Halil Ağa” deyip bir sandalye göstermiştir. Zamanın başbakanı İsmet İnönü de salonda bulunuyordu ve olanlardan habersizdi.
Atatürk Halil Ağaya dönerek; “Halil Ağa, anlat şu vergi işini bir daha” demişti.”
Halil Ağa, vergi borcunu, icrayı, satılan öküzünü tekrar anlattı. Atatürk kaşlarını çatarak İsmet Paşa ve Şükrü Kaya’ya dönerek; “Arkadaşlar, biz İstiklal Savaşı’nı Halil Ağa’nın öküzünü icra yoluyla satalım diye yapmadık. Bu memlekette adaleti, vatandaşı böyle mi koruyacağız. Gerekirse vergi borcu ertelenebilir. Köylünün çift sürdüğü öküzü elinden alınmaz. ”
Halil Ağa “Sen Atatürk paşamsın galiba, beni bağışla, kusur ettim” diye yalvaracak oldu.
“Sana güle güle Halil Ağa, sen bizim gözümüzü açtın” diye Halil Ağa’yı ayakta uğurlamıştı. Atatürk Türk köylüsünün borcu konusunda çok titiz davranmıştır.
Olaylar Ve Atatürk, Sh 41-42
Bir tarihte Eskişehir’i ziyaretinde; yakın köylerde gezinti yaparken, asırlık çınarların gölgesine sığınmış bir köy kahvesi önünde otomobili durdurdu. Salih Bozok’a;
– Bu çınarları hatırlıyorum… Dedi; zaferden sonra bir gün yolum düşmüştü! Eski hatıraları bir an tekrar yaşatmak için; arabadan inip, büyük bir tevazuuyla köy kahvesinin harap iskemlesine oturdu.
Biraz sonra kahveci ona, köyünün yegâne ikramı olan ayranı temiz bardaklar içinde getirince “Gazi” pek memnun oldu. Yaşlı kahveciye sordu:
– Adın ne?
– Yusuf!
– Buralarda geçmiş harbi hatırlar mısın?
– Nasıl hatırlamam, paşam? Maiyetinde çavuştum!
– Maiyetimde mi?
Bütün kuvvetlerin başkumandanı değil miydin, paşam! Hep emrinde savaştık.
Büyük kurtarıcı zeki köylüyü takdir etmişti. Aferin; Gazi Yusuf Çavuş! Deyince, eski asker el buğuladı:
– Estağfurullah, paşam! Gazi sizsiniz!
– Rütbe başka… Fakat harpten dönmüş iki asker olmamız sıfatıyla ikimiz de “Gazi”yiz!
Ve tepside duran ayran bardaklarından birini bizzat eliyle çavuşa vermek lütfünü göstererek, ilave etti:
– Şerefine Gazi Yusuf Çavuş!
– Şerefte daim ol paşam!
Ağlamaktan ayranı içemeyen kahveciye, o zamanın çok parası olan bir yüzlük verip gülümsedi:
– Allahaısmarladık, silah arkadaşım!
Atatürk’ün Nükteleri-Fıkraları-Hatıraları, Sh 50-51

1922'de Mustafa Kemal Atatürk, "Türkiye’nin gerçek sahibi ve efendisi, gerçek üretici olan köylüdür. Eğer bu millet çiftçi olmasaydı, biz davayı başaramazdık!" diyerek köylülerin önemini vurgulamıştı.