Değerli okuyucularım. Hz. Ali (r.a) : “Söz verirken acele etme. Çünkü söz namustur” der. Bu söz bazen de halk arasında “Söz senettir” diye söylenir.
Bu konuda örnek verecek olursak;
Hz. Ali (r.a) şöyle buyurmaktadır.
"Söz ağızdan çıkana kadar senin esirindir. Ağızdan çıktıktan sonra sen onun esiri olursun."
Hacı Bektaşi Veli ise;
"Öl söz verme, öl sözünden dönme" diyor.
Ağızdan çıkan söz insanın karakter yapısını gösteren en önemli ölçüdür. Söz vermek ve verdiği sözü yerine getirememek insanın kişiliğini, güvenini ve itibarını zedeler.
Sözünde durmak önemli bir haslettir. Sözümüzün erimiyiz yoksa esiri mi?
Sözünde durmak, söz vermek konusuna yakın tarihimizden bir örnek verecek olursak;
Mehmet Akif Ersoy'un yakın dostlarından Mithat Cemal Kuntay’a göre Akif’te mefhumlar ve doğrular tektir. Söz verdi mi onu mutlaka yerine getirecektir. Mehmet Akif, sözünü yerine getirmemeyi “namusa mugayir” sayar.
Akif, Meşrutiyet’in ilk senelerinde, bir Cuma günü Mithat Cemal’le sözleşir. Akif, Kuntay’ın Çapa’daki evine gidecektir. O gün adam boyu kar yağar. Arabalar, tramvay, tren ve vapur hava şartlarından işlemez. Sütçü ve ekmekçiler, kar ve tipiden dışarı çıkıp dağıtım yapamaz. Vakit öğle olmuştur ve ekmekçiler hâlâ ortada gözükmemektedir. Derken kapı çalar; Mithat Cemal,
karşısında Akif’i görür. Büyük şairin bıyığının yarısı donmuştur. Mithat Cemal,
Akif’in kar ve tipiye rağmen Beşiktaş’tan Çapa’ya nasıl geldiğini merak eder.
O, bu mesafeyi yürüyerek kat etmiştir. Mithat Cemal, Akif’in bu havada yürüyerek
oraya gelmesine hayret eder. Akif ise, arkadaşının hayretine şaşırır.
Akif: Gelmemem için kar, tipi kâfi değil, vefat etmem lazımdı. Çünkü geleceğim diye söz vermiştim. Cevabı üzerine; Mithat Cemal, daha da şaşırır ve:
“İnsanların birbirlerine verdikleri sözün bu kadar korkunç bir şey olması beni ürküttü”
der ve ardından Akif’e esprili bir cevap verir:
“Akif, Sen eğer verilen sözün manasını bu türlü anlıyorsan bana izin ver de
ben bu türlü anlamayayım. Benim verdiğim sözün şiddetli bir lodosa bile
tahammülü yoktur.”
Hatta bu söz vermedeki hassasiyetini gören Mithat Cemal sonraki
tarihlerde ona söz vermekten çekinir.
Hiç kimse Akif’in verdiği sözden döndüğünü, hangi şartlarda olursa olsun
sözünden bir sapma gösterdiğini görmemiştir.
Yine Mithat Cemal anlatıyor:
“Balkan Harbi başlarken, Akif Bey, yegâne geçim yolu olan resmi
memuriyetinden istifa etti. Kirada oturduğu evine, bir cuma günü gittim. Beş
çocuğundan başka, üç çocuk daha vardı.
Bunlar kim? dedim.
Çocuklarım! Dedi. Sonra anlattı.
Akif, Baytar Mektebinde iken Hasan Efendi adında bir arkadaşıyla
anlaşmışlar. “Kim önce ölürse, çocuklarına sağ kalan baksın!” demişler. Arkadaşı
vefat etmiş, Mehmet Akif de, verdiği söze bağlı kalarak anlaşma hükmünü yerine
getirmiş.
Mithat Cemal devam ediyor;
Hâlbuki o zamanlar, Akif Bey’in beş parası yoktu; fakat beş çocuğu
vardı!”
Çok yakın dostlarından Fatih Gökmen de söz verme konusunda şunları
anlatır:
“Akif, verdiği söze bağlı olmayanlara insan gözüyle bakmazdı. Aramızda
geçen bir olayı anlatayım: Ben Vaniköy'de oturuyordum. Kendisi de
Beylerbeyi'nde. Bir gün, öğlen yemeğini bende yemeyi, sonra da oturup sohbet
etmeyi kararlaştırdık. O gün, öyle yağmurlu, boralı bir hava oldu ki her taraf sele
boğuldu. Havanın bu haliyle karadan gelemeyeceğini tabii gördüm. Yakın
komşulardan birine gittim. Yağmur, bütün şiddetiyle devam ediyordu. Eve
döndüğümde ne işiteyim, bu arada, Mehmet Akif Bey sırılsıklam bir vaziyette
gelmiş. Beni bulamayınca, evdekilerin bütün ısrarlarına rağmen içeri girmemiş.
“Selam söyleyin” demiş ve o yağmurlu havada dönmüş gitmiş! Ertesi gün,
kendisinden özür dilemek istedim.
“Bir söz, ya ölüm veya ona yakın bir felaketle yerine getirilmezse mazur
görülebilir” dedi ve benimle altı ay dargın kaldı.”
Bu hikâyeler edebiyat tarihimize “sözünde duran adam” olarak da geçer.
Hayatta ki en güzel duygu ise, verilen sözü yerine getirmek olmalıdır.
Peki, biz verdiğimiz sözü ne kadar yerine getiriyoruz, verdiğimiz sözün ne kadar arkasında duruyoruz?