“Nasıl bir çağda yaşıyoruz?” sorusu, bugün belki de her zamankinden daha fazla zihinlerimizi meşgul ediyor. Her gün karşılaştığımız, birbiri ardına sıralanan olumsuzluklar, adeta hayatımızın bir parçası haline geldi. Biri biterken diğeri başlıyor, her olay bizde derin izler bırakıyor. Türk ve Müslüman bir toplum olarak ne oldu da bu hale geldik, insanın aklı almıyor. Şiddet, cinayet, dolandırıcılık, sapıklık, uyuşturucu ticareti... Sayısız olumsuzluk hayatımızın her köşesine nüfuz etmiş durumda.
Sosyal medyaya göz attığımızda ise bu tablonun çok daha net bir resmini görüyoruz. Kavga videoları, trafik magandaları, hunharca işlenen cinayetler… İnsan, bunları izlerken hem öfkeleniyor hem de derin bir korkuya kapılıyor. Belki de en dehşet verici olanı, tüm bu olayların normalleşmesi. İnsanlar artık sadece izliyor, yorum yapıyor ve bir sonrakine geçiyor. Dizlerimize vurup sıranın ne zaman bize geleceğini düşünmeye başlıyoruz. Özellikle anne ve babalar, çocuklarının geleceği konusunda endişeli. Çocuklar ise bu kargaşa içinde tedirgin büyüyorlar.
Peki, ne oldu da bu noktaya geldik? Türk ve Müslüman bir toplumda, ahlaki değerlerin bu denli erozyona uğraması nasıl mümkün oldu? Hangi aşamada insani değerlerimizi, vicdanımızı ve merhametimizi kaybettik?
Elbette ki sorunlar tek bir nedene dayanmıyor. Sosyal medyanın yanlış kullanımı, aile yapısındaki bozulmalar, ekonomik sıkıntılar, eğitimdeki eksiklikler, manevi boşluklar ve daha birçok faktör bu çöküşe katkıda bulunuyor. Ancak en büyük mesele, belki de bizlerin bu gidişatı fark etmesine rağmen somut adımlar atmıyor oluşumuz. Farkındayız, endişeliyiz, üzülüyoruz ama harekete geçmiyoruz.
Toplumumuzun bu yolda freni patlamış bir kamyon gibi son hızla bir çöküşe gitmesi, hepimizin ortak sorunu. Bu çöküşü durdurmak için, sadece eleştirmenin, sosyal medyada birkaç yorum yapmanın ötesine geçmeliyiz. Aileler çocuklarına daha fazla vakit ayırmalı, onlara doğruyu yanlışı öğretmeli. Eğitim sistemimiz ahlaki değerleri, insan sevgisini yeniden ön plana çıkarmalı. Medya, şiddet ve kargaşayı öne çıkarmak yerine, çözüm odaklı, yapıcı içeriklere yer vermeli. Her bir birey, toplumun iyiliği için küçük de olsa sorumluluk almalı.
Toplumların kalkınması ya da çöküşü, bireylerin davranışlarıyla doğrudan bağlantılıdır. Bizler de bu gidişatı durdurmak için önce kendi hayatımıza, çevremize, ailemize bir çeki düzen vermek zorundayız. Unutmamalıyız ki bu topraklar, insanlığa ışık tutmuş bir medeniyetin beşiğidir. Bugün yaşadıklarımız geçici, ancak bu süreci yönetme şeklimiz geleceğimizi şekillendirecek. Sorumluluğumuzu bilmek, değerlerimize sahip çıkmak, vicdanımızı kaybetmeden hareket etmek zorundayız.
Sonuç olarak, Türk ve Müslüman bir toplum olarak bu karanlık süreçten çıkmanın yolu, birbirimize sarılmaktan, değerlerimize sahip çıkmaktan ve her birimizin üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmesinden geçiyor. Toplumu frenlemeye çalışan bireyler oldukça, bu çöküş durdurulabilir. Sorunların çözümü, umutsuzluktan değil, umuttan geçer.
Daha güzel, daha güvenli ve daha insani bir gelecek dileğiyle.
Hepinize iyi insanlar…