Değerli okurlarım; Bu hafta, günümüzde yaygın ve yanlış olan bir konuyu kaleme alacağım. Yorum ve takdir sizlerindir. Başkalarını neden küçümseriz? Kendimizi neden yüksekte görürüz? Başkalarını küçümseyenler; Aynaya bir bakın bakalım sizin değeriniz ne kadar? Hani çocuk yanlış bir iş yaptığında,

“O çocuk amcası, bilmediğinden yaptı” deriz ya.
Bunların yaptıkları da işte öyle bir şey, bilgisizlik ve cehalet olsa gerek.
Bizim temel hastalığımız küçümsemektir. 
Bu hastalığın tedavisi de henüz bulunmadı. 
Ve en önemlisi de, bu konuda duygudaşlık yapmıyoruz. 
Kendimizi başkalarının yerine hiçbir zaman koymuyoruz.
Şöyle düşünüyorum da! 
Biz neler gördük, neler duyduk, çarpıcı bir örnek olsun diye söylüyorum. 
Gurur duyacağımız, takdir edeceğimiz, saygı duyacağımız Prof. Dr. Aziz Sancar’a verilen Nobel Kimya ödülünü bile küçümseyenleri duyduk.
Sahip olduklarıyla kibirlenip başkalarını küçümseyenler, kendi küçüklüğünü bastırmaya çalışanlar, küçümseyerek büyümeye çalışanlar yaptıklarınız basitliktir.
İnsanlık, başkalarına kusur bulmakla değil, kendi kusurunu bilmekle gelişir. 
Kendini başkalarından üstün görmek, karşısındakini küçümsemek, kusur aramak haddini bilememenin ta kendisidir.
Hepimizin çevresinde eksikliklerini başkalarını küçümseyerek kapatmaya çalışanlar var.
Kınamak, küçümsemektir sözünden hareket ile.
Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) bir Hadis-i Şerif'lerinde şöyle buyurmaktadırlar: 
"Kınamayınız, kınadığınız şey başınıza gelmedikçe ölmezsiniz."
Küçümsemek üzerine birçok hikâye okumuşsunuzdur, bende konuya farklı bir pencereden bakarak zihinlerde kalıcı olmasını düşünerek “LİMON AĞACI” hikâyesini anlatacağım.
Geniş güzel bir bahçede, yan yana dikilen iki limon ağacı vardı. 
Mayıs ayı sonlarında açan limon çiçekleri, bütün bahçenin havasını bir anda değiştirir ve apartmanlara hapsedilmiş insanlara baharın geldiğini müjdelerdi.
Ancak limon ağaçlarından biri, diğerinden cılız ve şekilsizdi. Bu yüzden büyük ağaç her fırsatta onu küçümser ve tepeden bakardı.
Ev sahibi de küçük boylu limon ağacından ümit kesmiş görünüyordu. Ona göre ağaç, bu gidişle kuruyup ölecekti. Bu yüzden de onu fazla sulamaz ve bakımını yapmayı pek istemezdi. 
Günün birinde esen sert bir poyraz, karlı dağların yamaçlarındaki bir grup çiçek tohumunu bahçeye uçurdu. Fakat bahçenin her tarafı parsellenmiş, sadece limon ağaçlarının altında yer kalmıştı.
Bir an önce filizlenmek zorunda olan tohumlar, limon ağaçlarının yanına gelerek onların altında yeşermek için izin istedi. 
Büyük ağaç, iyice kasılarak: 
—Böyle bir şey asla mümkün olamaz, diye atıldı. Bizler kuru kalmayı pek sevmeyiz. Eğer dibimde çoğalırsanız, suyu emip beni kurutursunuz. 
Aslında büyük ağacın çekindiği başka bir şey daha vardı. Çiçekler rengârenk açtıklarında, limon ağacının sarıya çalan beyaz çiçekleri sönük kalacak ve bahçe sahibinin gözündeki değeri azalabilecekti. Oysaki ağacın, kendinden güzel olanlara hiç mi hiç tahammülü yoktu. 
Küçük ağaç, uzun boylu arkadaşının tohumlara verdiği cevabı beğenmemişti. 
Çünkü o,kendisine hayat verenin, o hayat için gerekli olan suyu da vereceğini çok iyi biliyordu. Bu yüzden, aklına bile gelmiyordu susuzluk. 
Tohumların teklifini kabul ederken: 
—Sizlerle birlikte olmak, bana mutluluk verir, dedi. Böylelikle yalnızlık da çekmeyiz. 
Fakat küçük olanı: 
—Güzel yaratılanlardan kimseye zarar gelmez, diye tekrarlıyordu. 
Güzellerden güzellikler doğar sadece. 
Küçük limon ağacının altında filizlenen tohumlar, bir kaç hafta içinde cennet çiçekleri gibi açıp bütün bahçenin göz bebeği haline geldi. Bu arada ağaç, elinden geldiği kadar kendilerine yardımcı olmaya çalışıyor ve çiçeklerin sevdiği yarı güneşli ortamı sağlamak için, eski yapraklarını döküyordu. 
Çiçekler, kısa bir süre sonra mis gibi kokular yaymaya başladı. 
Bahçe sahibi, o ana kadar hiç duymadığı bu kokunun nereden geldiğini araştırdığında, davetsiz misafirleri bularak hayrete düştü. 
Adam, ancak rüyalarında görebildiği bu çiçeklerin güzelliğini devam ettirebilmek için sabahları artık daha erken kalkıyor ve onları en kaliteli gübrelerle besleyip bol bol suluyordu.
Küçük limon ağacı, köklerinin en ince ayrıntılarına kadar ulaşan bu suları çiçeklerle birlikte içiyor ve büyük bir hızla serpilip büyüyordu. 
Çiçekleri sevgiyle kucaklayan ağaç, ertesi bahara kalmadan o civarın en büyük ağacı haline geldi ve birbirinden güzel kelebeklerin ziyaret yeri oldu. Daha sonra da kendi çiçeklerini açarak bahçenin güzelliğine güzellik kattı. 
Şimdi küçük ve yalnız kalmış olan limon ağacı ise, komşusuna duyduğu kıskançlıkla için için kuruyordu.
Eğer insanoğlu da, hikâyede anlatıldığı gibi başkalarını küçümser ve tepeden bakar ise
“LİMON AĞACI” nın yaşadığı sonu yaşaması kaçınılmazdır.