Uzunoluk Olayı Tesadüf Mü?
Değerli okurlar, 100 yıl önce bu hafta Maraş tarihinin en önemli olaylarından bazıları yaşanmıştı.
Değerli okular, 100 yıl önce bu hafta gerçekleşen iki olayı; Abdal Halil Ağa ve Uzunoluk hadisesini sizlerle paylaşmak istedim. Amacı bu iki olayın farklı bir pencereden bakışına katkı sağlamak. İlk olay; Agop Hırlakyan’ın işgal birliklerini karşılamak için Abdal Halil Ağa’dan davul ve zurna çalacak bir ekip kurmasını istemesi ve Abdal Halil Ağa’nın “Beyim bu bir din bahsidir, değil bir kese altın davulumun kasnağını altıla doldursan yine de bu çomağı din kardeşimin bağrına vuramam!” Cevabını vermesi olayıdır. İkinci vakıa ise; Uzunoluk Olayı. Tabi ki niyetim bu iki olayı tekrar anlatmak değil. Bu iki olayın ardındaki gerçek niyetin ortaya çıkarılmasına katkıda bulunmaktır. Yazının sonuna doğru ne demek istediğim daha net anlaşılacaktır, diye düşünüyorum.
29 Ekim 1919 günü Fransız işgal kuvvetlerinin Antep’ten gönderdiği Yüzbaşı Joly hükümet binasına gelmiş, İngilizlerle gerekli görüşmeleri yaptıktan sonra sonraki gün asıl kuvvetlerin geleceğini haber vermişti.
Abdal Halil Ağa Olayından Ne Anlamalıyız?
Agop Hırlakyan, Fransızları tanırdı. Bu kibirli milletin gururunu okşarsanız her şey yaptırabilirdiniz. Bu yüzden Agop Hırlakyan bir plan hazırladı. Fransızlar ile Ermenilerin dostluğunu pekiştirecek, Türklerle Fransızları en baştan düşman edecekti. Her şeyden önce Fransızları muhteşem bir gösteriyle, Fransız askerlerinin hoşlanacağı bir tarzda gösterişli bir karşılama programı yapmalıydı. Bu plan doğrultusunda oğlu Setrek’i, Davulcu aşiretinin reisi Abdal Halil Ağa’ya gönderdi. Fransızları davullar ve zurnalar eşliğinde karşılamak istiyordu. Eğer bu karşılama sönük geçerse Fransızlar bu duruma alınganlık gösterebilirdi. Güzel kızlar, bayraklar, çiçekler ve davul zurna ile karşılama önemliydi. Çünkü Agop Hırlakyan, 13 Kasım 1918’de İstanbul’u işgal eden işgal kuvvetleri içerisindeki Fransız General D’Esperey’in şehre girişini beğenmeyip, Fatih Sultan Mehmet gibi şehre girmek istediğini dile getirdiğini biliyordu. Öyle ki ona yaranmak isteyen Ermeniler, Rumlar ve bir grup korkak Türk ve İslam onun istediği bu tiyatroyu sergilemekten geri durmadıklarından da haberdardı. Fransız General D’Esperey beyaz bir at üzerinde, Rum ve Ermeni kızlarının ve görünürde Türk ve İslam gerçekte ise bir gurup sokak kadının nümayişleri, kadınların ve kızların sundukları çiçeklerle, bandolar ve mızıkalar eşliğinde, askerlerin oluşturduğu bir geçit alanında şehre 8 Şubat 1919’da yeniden giriş yapmasını unutmamıştı. Fransızların bu şatafattan hoşlandığını bildiği için kendisi de bir teatral gösterinin derdine düşmüştü. 30 Ekim’de şehre girecek olan Yüzbaşı Fouquet liderliğindeki Fransız kuvvetler iyi karşılanmalıydı. Ermeni kızlarının ve kadınlarının süslenmesi için talimat verilmişti. Ermenileri ve Fransızları temsil edecek bayraklar hazırlanmıştı. Damat Ferit’e yakın olan Türkler de karşılama için davet edilmişti. Hükümet adına Mutasarrıf Ata dışındakiler (O da temsil görevinde olduğundan gelemeyeceğini beyan etmişti) de karşılama için geleceklerini söylemişlerdi. Fakat Agop Hırlakyan’ın bütün planını bozan hatta Fransız işgal kuvvetlerinin komutanını karşılama da müzik de olsa iyi olurdu uyarısını yapmasına sebep olan ise Abdal Halil Ağa’nın bir öncesinde karşılamayı reddetmesi olmuştu. Her zamankinden daha çok paraya ihtiyacı olmasına, çocuklarının aç ve perişan durumda olmasına rağmen “Bu din bahsidir beyim, davulumun kasnağını altınla doldursan yine de bu çomağı Müslüman kardeşimin bağrına vuramam!” diyerek bana göre savaşın ilk etabını, psikolojik savaşı Agop’a kaybettiren Abdal Halil Ağa milli duruş sergilemiş ve Agop’un sinsi planını bozmuştu.
Sonrasında ne oldu?
Olay öyle zannedildiği kadar basit değil. Teklif reddedildi olay bitti mi? Tabi ki hayır! Abdal Halil Ağa bu durumu Maraşlılar ile paylaştı. Teklifin olduğu günün akşamında Agop Hırlakyan’ın konağından görülecek bir noktada Şişman Ahmet Efendi’nin damının üzerinde koca bir kütük yakıldı, ateşin etrafında toplanan gençler Abdal Halil Ağa’nın çaldığı davul eşliğinde halay çekip Agop’a nispet yapmışlardı. Tabi Agop da neticede duyguları olan biri, bu manzara karşısında yanındakilere Abdal Halil Ağa’dan intikamını alacağını, halay çekilen damı başlarına yıkacağını söylemiştir. Abdal Halil Ağa’ya bir şey yapamasa da Şişman Ahmet Efendi’nin evini Fransızlara top atışı yaptırtarak yıkmış, bazı insanların şehit olmasına sebep olmuştur.
Değerli okurlar, 30 Ekim tarihinde Agop Hırlakyan, ileri gelen Ermeniler ve şehrin ileri gelen bazı Türk aileleri davul zurna olmaksızın Fransız kuvvetlerini Şeyh Adil bölgesinde karşıladılar.
Uzunoluk Olayı tesadüf müdür?
Uzunoluk Olayı tesadüf olamaz! İşgalden bir gün sonra şehirde cereyan eden olaylar, bu olayın tesadüf olmadığını işaret ediyor. Agop Hırlakyan başta olmak üzere Ermeniler, İngilizlerin Türkleri dinlemesinden, tüm planlı saldırılarına karşı Türklerin durumu hak arama yolları çerçevesinde İngilizlere iletip, hak çerçevesinde çözümlenmesini sağlamalarından memnun değillerdi. Şeyh Ali Sezai Efendi ve İngiliz Siyasi komiseri Hasan Rufai arasındaki diyalog Türklerin dertlerini İngilizlere anlatmasına, Ermenilerin yalan iddialarının boşa çıkmasına neden oluyordu. Ermeniler, Türklerle Fransızları düşman hale getirmeden hedeflerine ulaşamayacaklarını bildikleri için bir an evvel Türklerle Fransızların arasını bozmaları gerekiyordu. Agop Hırlakyan nasıl ki Fransızların şatafatlı bir karşılama yoluyla gururlarının okşanacağını biliyorsa neye kızacaklarını, neyi gurur meselesi yapacaklarını da biliyordu. Tabi ki Türkleri de tanıyorlardı. Türk’ün dinine, milli değerlerine, mazlum gördüğü kadınına, çocuğuna ve yaşlısına yapılacak her türlü saldırıya canın pahasına karşı koyardı. Türk’ü kızdırmak kolaydı. Türk’ü kızdırıp Fransız’a saldırtırsan ve dönüp Türkler yenilgiyi kabul etmiyor, Fransız’a başkaldırıyor dersen, hele bir de Fransız’ın güçlü devlet imajını yerle bir edecek bir hareketle Fransızların gururunu zedelersen geri dönüşü olmayan bir yola girilir. Bu iş tabi ki her şartta Ermenilerin işine gelir. Bu pencereden baktığımızda, Uzunoluk olayının gerçekleştiği gün Fransız kıyafeti giyen Ermeni lejyonuna bağlı askerlerin yine Fransız ve Ermeni çetelerine bedava içki dağıtan Ermeni şarapçıdan içki temin ederek zilzurna sarhoş olmaları, bunlar gibi başka Ermeni komitacıların ve Fransız askeri kıyafeti giymiş Ermenilerin sokaklarda Müslüman kadınlara sarkıntılık yaparak, esnafa küfürler yağdırarak, yaşlılara hakaret ederek şehirde dolaşmaları ince bir planın devreye sokulduğunu göstermektedir.
Bu yüzden Uzunoluk Olayı tesadüf değil, ince bir planın sonucudur. Uzunoluk’ta Müslüman ahalinin yoğun olarak bulunduğu bir noktada bir kadının peçesine el uzatmanın, namusuna saldırmanın şiddetli bir şekilde karşılık bulacağını bilmemek; hele ki asırlardır bir arada yaşadıkları Türkleri tanıyan Maraşlı bir Ermeni için mümkün değildir. Tüm bunlar Maraşlıyı tanıyan Agop’un ve Ermenilerin ince planlarıdır. Şehrin terörize edilmesi planlamış, Türkleri Fransızlara hücum ettirecek, Fransızlarla Türkleri düşman haline getirecek süreç planlanmıştır. Yani bir olayın olması kaçınılmazdı, yeri belliydi Maraş sokaklarıydı, kurşunu sıkacak olan Sütçü İmam olmayabilirdi belki ama şehirde yaşayan bir başka Müslüman Türk Maraşlıdan beklenilen hamle aynıydı.
Değerli okurlar, Ermeniler nasıl Türkleri yakından tanıyorsa Türkler de hem Fransızları hem de Ermenileri gayet iyi tanıyorlardı. 100 yıl önce Maraş’ta milletler, ülkeler, şahıslar değil, ruhlar ve davalar savaşmıştı. Savaşı hak olan dava kazandı, Maraşlı da bu yüzden kahramanlık unvanını bir grup insana vermeyi uygun görmedi. Bu yüzden İstiklal mücadelesinin sonunda TBMM tarafından madalya verileceklerin ismi istenildiğinde, bir liste vermek yerine her ferdi kahraman Maraş, denildi. TBMM’de bu alicenaplık karşısında tüm şehre madalya verdi.
Son söz olarak değerli okurlar sizlere; her hafta Cuma akşamı saat 22.00’da Aksu TV’de Tarihin Satıraraları 100. Yıl Özel programımızda Maraş İstiklal Mücadelesini anlatmaya devam ettiğimizi hatırlamak isterim. Bir başka konuyla karşınızda olmak ümidiyle, esen kalın.