Bayrak bir milletin onurudur! Şerefidir. Hele ki tarihi boyunca köle olmayı kabul etmemiş, zulme karşı bedeli her ne olursa olsun ödemiş ve hala da ödemekte olan Türk milleti için bayrak, vatandır, anadır, namustur. Türklerin, bayrağa olan düşkünlüğünü, ona verdiği değeri, dünya milletleri bilirler. Bayrak şairimiz Arif Nihat Asya meşhur şiirinde;
Tarihim, şerefim, şiirim, her şeyim:
Yer yüzünde yer beğen!
Nereye dikilmek istersen,
Söyle, seni oraya dikeyim!
Dizeleriyle bayrağın Türk milletindeki karşılığını güzel bir şekilde dile getirmiştir.
Geçen asrın ilk çeyreğinde Osmanlı Devleti, Mondros Ateşkes Antlaşması’nı imzalamış ve fiilen yıkılmıştır. İngilizler, 30 Ekim 1918’de bu ateşkes antlaşması imza edildikten 6 gün sonra 5 Kasım 1918’de Musul’u işgal ettiler. Bu işgal hukuksuzdu. Bu işgal gibi daha sonra İstanbul başta olmak üzere birçok Türk ve İslam şehri kısa sürede haksız bir şekilde işgal edildi. Öyle ki 22 Şubat 1919’da Maraş ve yine aynı tarihlerde Antep ve Urfa İtilaf askerleri tarafından işgal edildi. Bu işgaller, Anadolu’daki azınlıkların özellikle güney illerinde Ermenilerin beklediği işgallerdi. Hayal ettikleri Büyük Ermenistan’ın kurulacağı günün yaklaştığına inanıyorlardı. Fakat Maraş’a gelen İngilizler, Ermenilerin isteklerine uygun hareket etmemişlerdi. Geleneksel politikalarına göre Türklerin değerlerine dokunmadan, onları kızdırmadan, galeyana getirecek davranışlardan uzak durarak istediklerini elde etmek niyetindeydiler. Aslında Ermenilerin bölgede bir devlet kuracak kadar nüfuslarının olmadıklarını biliyorlardı. Şartlar oluşmadan böylesine bir hayal için harekete geçmek 1832’de temellerini attıkları Ermeni politikalarını çökertirdi. Bu yüzden Ermenilerin şımarık isteklerine yüzyıllık planlarını kurban edemezlerdi. Ve ikinci yüzyıllık planları için Halep, Hatay, Adana, Antep, Urfa, Mardin ve Maraş ile çevresinde İslam olan Türkler, Kürtler, Çerkezler ve Araplar arasındaki etnik ve mezhepsel farklılıkları kullanarak, çatışmalar çıkararak, anlaşmazlıkları körükleyerek bölgede birleşmenin önüne geçeceklerdi. Bunun için görünürde işgali yumuşak bir idare ile yapıyor gerçekte ise alttan alta Binbaşı William Edward Noel, Albay Wilson, Yüzbaşı Wolf gibi iyi derecede Türkçe, Arapça ve Kürtçe bilen ajanlarını bölgeye gönderiyor, aşiretlerle görüştürüyor, etnik ve mezhepsel milliyetçiliği destekliyordu.
İngilizler “Güldürerek öldür!” politikasını uyguluyordu. Aynı verem, kanser hastalığının yayılması gibi sessiz ve hızlı bir şekilde yayılıyor, tüm vücudu ele geçirince açılı bir son ile ölümü getiriyorlardı. İngilizlerin politikası buydu! Ama başta Agop Hırlakyan olmak üzere Maraşlı Ermenilerin buna tahammülü yoktu. Neredeyse yüz yıldır Ermenilere devlet kuracağız sözünün tutulmasını istiyorlardı. İngilizlerin, 21. Yüzyıl Ortadoğu siyasetini planlıyor olmaları onlar için bir değer taşımıyordu. Bu yüzden İngilizler gitsin, yerlerine Fransızlar gelsin taleplerinin ardında bu sabırsızlık hali yatıyordu.
İtilaf devletleri arasındaki çıkar çatışmaları, Ermenilerin bir noktada yaralarına merhem oldu. Uzun metrajlı planlar ve projeler üreten İngiliz derin devletinin işgal zihniyetinin yerini Suriye İtilafnamesi Fransız işgali aldı. Fransız kültürü ve ahlakında Makyavelizmin derin izleri vardır. Katolik taassubunun şiddetini Fransız zihni alt yapısında görmemek mümkün değil. Bu yüzden Fransız zihin dünyasının ardında katliamlar, vahşetler, soykırımlar yatar. İşgal ettikleri bölgelerin halklarını idare hususunda korku yolunu tercih ederler. Kutsalları yok sayarlar, kibirlerinden burunlarının önünü görmezler. Hele ki kendine denk görmediği bir millet ve dinden ise karşısındaki topluluk, onları insan olarak bile değerlendirmezler.
Ortadoğu’yu ve Avrupa’yı gayet iyi bilen ve katı bir Katolik olan Agop Hırlakyan elbette İngilizlerin Maraş’tan çekilmesinden ve yerlerine Fransızların gelmesinden memnun olmuştur. Bir önceki yazımızda olduğu gibi çok ince planlar yapmış, Türkler ile Fransızların düşman olması için elinden gelen oyunu oynamıştır. Fransızların ve Ermeni lejyonerlerinin şehre gelmesinin ardından patlak veren Uzunoluk Olayı, Tiyeklioğlu Kadir’in vahşice katledilmesi, Nasıroğlu Mehmet’in bir kama ile şehit düşürülmesi, ardından Nedirli Köyü’ne giden bir köylünün yine bir Ermeni tarafından katledilmesi gibi tüm bu olaylar 1919’un Kasım ayında yaşanmıştır. Yine 31 Ekim ile Yüzbaşı Andre’nin Maraş’a geldiği 26 Kasım’a kadar sokaklarda ve mahalle aralarında Müslüman ahalinin dini ve milli değerlerine bir fiil hakaret edilmiş, saldırılmıştır. Zaten Fransız komutan Andre de güya Osmaniye’de sağladığı huzuru Maraş’ta da sağlamak üzere görevlendirilmiştir.
Yüzbaşı Andre, şehre gelip hükümete uğradığında Mutasarrıf Ata Efendi’den ilk olarak hükümet binasındaki Türk bayrağının kaldırılmasını talep etmiş, bu davranışı tercümanı Ermeni Vahan’ı, dolayısıyla Agop Hırlakyan başta olmak üzere Maraş’ta devlet hayali kuran Ermenileri ziyadesiyle memnun etmiştir. Gelen komutanın kişiliği ve zihniyet dünyasını ortaya koyması bakımından bu hareketi yeterlidir. Şimdi akıl yürütelim; Yüzbaşı Andre’nin tipik bir Fransız olduğunu gören Agop Hırlakyan’ın oğlu Hosep’in kızı Helena ve diğer oğlu Setrek’in kızı Victoria’ya akşam konağında verilecek baloda Yüzbaşı Andre’yi etkilemeleri talimatı verilmiş olabilir mi? Sonraki yaşanan gelişmeler bu düşünceyi doğruluyor. Çünkü onuruna verilen baloda içki içen ve bir süre sonra içkinin tesiriyle askeri ve diplomatik davranmak yerine nefsani davranan Yüzbaşı Andre, Agop’un torunu Helena’yı dansa davet ediyor. Helena, Yüzbaşı Andre’nin dans teklifini ne hikmetse Maraş kalesindeki Türk bayrağını hedefine almış bir şekilde; “Komutan beni maruz görün sizinle dans edemem, çünkü kendimi hala esarette ve zillet içinde bir kadın olarak görüyorum. Kalesinde Türk bayrağı dalgalanan bir memlekette Fransızların hâkim olduklarını ve bizim emniyet ve hürriyet içinde yaşadığımızı nasıl düşünebiliyorsunuz?” diyerek reddediyor. Bu ifadeler insana iki şey düşündürüyor. Birincisi Agop Hırlakyan’ın 17-18 yaşlarındaki torunun müthiş derecede tarih ve millet şuuruyla yetiştirildiği. İkincisi ise bu işin çok iyi bir şekilde planlanmış olduğu. Yani Helena’nın neler söyleyeceği önceden kulağına fısıldanmış. İkinci durum daha uygun gözüküyor. Çünkü birinci durum olsaydı Helena, kalede Türk bayrağı yerine Fransız bayrağı değil Ermeni bayrağı isterdi. Ve sonraki süreçte Türklerle savaşan bir kadın, özellikle Ermeni edebiyatında azize noktasına çıkarılacak bir kadın olarak anılır, Türklerle savaşır, ölür ya da kurtulurdu. Kurtulduktan sonra da Agop Hırlakyan’ın uhdesine kahraman ve kahramanın kızı muamelesi yapılırdı. Fakat bu olayda adı geçen Helena, rolünü yerine getirmiş bir figüran olarak tarihin dehlizlerinde kayboluyor.
Değerli okurlar, Yüzbaşı Andre, bu konuşma üzerine emir veriyor Türk’ün şeref, namus, vatan, ana saydığı bayrağını indirtiyor. Maraş halkı, Avukat Mehmet Ali Kısakürek Bey’in yazdığı Alem-i İslam’a hitap beyannamesini okuyunca harekete geçti. Şanlı Türk bayrağını bir yürek, tek bilek olup yeniden Maraş kalesine diktiler. Bayrak Olayı’nın evrelerini Rıdvan Hoca’nın liderliğini, Aşıklıoğlu Hüseyin’in “Maraş Bize Mezar Olmadan Düşmana Gülzar Olmaz!” haykırışını ve daha birçok konuyu burada tekrar etmeye lüzum görmüyorum. Merak eden dostlarımızın cuma akşamları saat 22.00’da Aksu TV ekranlarında yayınlanan Tarihin Satıraraları 100. Yıl Özel programımızı takip ederek, Youtube kanalımızdan izleyerek, Yediveren Yayınlarından çıkan Sancak-İstiklal adlı belgesel romanımızı ve yine İstiklal ’in Öncüleri/Kurtuluş Savaşı’nda Maraş Millî Mücadelesi adlı kitabımızı okuyarak daha detaylı bilgiler edinebilirsiniz.
Son olarak Yüzbaşı Andre’nin bir bez parçası olarak gördüğü bayrağın Türk milletindeki karşılığını öğrenmesi, hem devlet kurma hayali kuran Ermeniler için hem de Fransa gibi bir dünya devi konumundaki devlet için ağır bir bedel olmuştur.