Kahramanmaraş tarihinden günümüze kadar bir çok kelime söyleyiş de bazı kelimeler tarihin tozlu raflarında kaybolsa da günümüze bir çok kelime deyiş ve atasözü ulaşmıştır. 

A
Adı batasıca: Eti haram olan domuza, adını anmayı da haram sayanlar tarafından layık görülen isim. Hınzır.

Ağnanmak: Belenmek. Bulanmak.
-Gene toprağa ağnanıp mı geldin evladım. Ne bu halin?

Akaba: Eğimli arazi, yüzey, yer. Yörep.

Appeş: 1. İri gulle. Löklökü. 2. Kafası büyükçe olan. Zıttı nucük. (İğde / Elbistan)

Arısili: Tertemiz.

Arıstak: Tavan. Tavan arası.

Arıya Gitmek: Çürümek. Bozulmak. Boşa harcanmak.

Azmak: Kaybolmak. Uzaklaşmak.

Azıtmak: Genellikle evcil hayvanı geri dönmesini engelleyecek şekilde doğaya salmak, özgür bırakmak, azmasını sağlamak, azıtlamak, kalıcı seyiplemek.

B
Bahtabakan: Bukalemun. Gıyanetireği. Kumakertiş.

Bakraç: Bakır ya da alüminyumdan yapılma kulplu kova. Satır.

Bartıl: Rüşvet.

Bayak: Biraz önce. Debiyak.
-Ali nerde?
-Bayaktan çıktı.

Bıldır: Geçen sene bu zamanlar.
–Bıldır, Binboğa‘ya tırmanmıştık.

Bibi: Hala

Bider: Tohum.

Böğsümek: Darılmak, kırılmak, üzülmek.

Bük: Su ve arık kenarlarında kendiliğinden yetişen söğüt cinsi küçük ağaçlar. İnce dalları zembil ve sepet gibi eşya yapımında kullanılır.

Bünelek: Bahar aylarında yaylıma çıkan sığırlara konarak huzursuzluk veren sinek. Sığır sineği. (İğde / Elbistan)

Bünet: Su birikintisi. Gölcük. Doğal bent. İlk kez Çokran‘da duydum.

C
Cahan: Ceyhan Nehri doğduğu Elbistan’da bu isimle anılır.

Cangama: Karşılıklı boş ve gürültülü konuşma. Ağız dalaşı.

Cangı: Piç. (Mehre/Afşin)

Celfin: Yumurta verme olgunluğuna yaklaşan tavuk. Firiğin büyüğü, tavuğun küçüğü.

Cere: Pişmiş topraktan imal edilen kap, çömlek. (Taşoluk/Göksun)

Cığındırık: Etin tercih edilmeyen sinirli, yağlı gevşek bölümü.

Cılbıt: Ambalaj lastiği. Cilbit şeklinde de kullanılır.

Cılk: Gürk altında bozulmuş yumurta.

Cırcır: 1. Fermuar. 2. İshal, amel, ötürük.

Cırık: Ardıç kuşu. Aşık Mahzuni Şerif‘in soyadı aynı zamanda.

Cırlavuk: 1. Öğrenmek istediği şeyin kendisine söylenmesi için sabırsızlanan, bu nedenle sürekli konuşan kişi.
-Sabahtan beri mektubun kimden geldiğini söylemedin. Cırlavuk ettin beni.

2. Cırcır böceği. Cillog.

Cıvıklama: Gendime ve yeşil mercimekle yapılan bir tür koyu çorba.

Cızzan: Gıcırmaca Andırın’da verilen isim.

Cibelmek: Şımarmak. Yerli yersiz hareket etmek.

Cillog: Cırcır böceği. Cırlavuk.

Cingan: Çingene.

Cip: Çok, fazla, aşırı.
-Dün akşam uğrayamadım. Dışarısı cip soğuktu.

Cor: Kuzey ilçelerde laf, söz, konuşma. Cor etmek. Şor.

Cöh: Kabiliyet, dirayet, özgüven. Cöhlü.

Culban: Yabani fasulye, yabani bezelye. Mürdümük.

Culluk: Hindi. (Elbistan)

Ç
Çadıravan: Şadırvan. (Afşin)

Çağ: İmkanların kısıtlı olduğu zamanlarda eski köy evlerinde münferit küçük banyolar bulunmazdı. Münasip bir odanın köşesinde güğümlerle taşınan sularla banyo yapılırdı. Câ denilen bu bölüm odanın normal zemininden 15-20 cm yüksek olur, banyo suyu uzunca bir boru ile duvardan dışarı tahliye edilirdi.

Çaman: Elbistan, Afşin, Ekinözü ve Nurhak’ta çemene verilen isim.

Çaysamak: Çay içmek istemek. Çaya susamak.

Çele: 1. Kurutulmuş yeşil fasulye, mercimek, nohut vb demeti. 2. Kurutulmuş güneğik ve buğday sapı. (Elbistan)

Çıkla: Ekmeksiz yemek. Sade, katıksız, tek başına.
-Anne doymadım. -Çıkla yersen doymazsın. Ekmeğe dür.

Çimmek: Yüzmek. Banyo yapmak. Suya girmek.
–Ceyhan’ın şehri tam ortadan ikiye böldüğü Elbistan’da çocuklar çimmeyi bisiklet sürmekten önce öğrenirdi.

Çirişlemek: Baştan savmak, düzensiz iş yapmak.

Çomça: 1. Kepçe. 2. Henüz başkalaşıma uğramamış kurbağa yavrusu(Kocabaş), çomça balığı.

Çor: Öksürük.

Çöğdürmek: İşemek. Küçük abdestini yapmak.

Çöğdürük: İdrar. Küçük abdest.

Çöllük: Bataklık.

Çütlemek: Çiftlemek. Sulanıp yumuşatılan açık ekmeği sofraya getirmeden önce katlamak. Ayakkabıları eşleriyle birlikte dizmek.

D
Dahra: Et doğramada kullanılan büyük bıçak. Satır.

Dalga: Genellikle kamalak ağaçlarının gövdelerinde, birbiri üstüne dökülen dalgalar şeklinde yağışlı sonbahar aylarında ortaya çıkan mantar. İstiridye Mantarı. (Kaynar/Onikişubat)

Damasımak: İmrenmek, kendinde bulunmayan bir şeyi istemek, tamah etmek. Canı çekmek, damağı istemek.

Dap: Bük dallarıyla yapılan balık tuzağı, saka.

Daraba: İşyeri ve garaj kapılarında bulunan kendi içine dürülen metal kepenk.

Datlımaya: Mayalı hamurdan yapılan bir tür ekmek. (Elbistan)

Debiyak: Az önce, biraz önce. Bayak.
-Ökkeş’i gördün mü?
-Debiyak burdan geçti.

Deprengi: Çiğdem, çiriş, orkide gibi soğanlı bitkileri sökmeye yarayan alet. Depreşmek fiilinden türemiş olmalı. Bir örneğini Arıtaş Suçıkan Mağarası gezimizde kullanmıştık.

Dıkız: Sıkışık, dolu.
-Kavanozu çok doldurmuşsun. Dıkız olmuş. Kapağı kapanmıyor.
-Yağlı yeyince karnım ağrıyor. Şuram dıkızlanıyor doktor bey.

Dıvrak: 1. Elinden iş gelen. Hamarat. Kıvrak. 2. Seyrek, rahat, gevşek, sıkı olmayan.

Dinelmek: Genellikle boş ve amaçsız bir şekilde ayakta durmak. Dikilmek.

Divsik: Görülmeyen gizli köşe, kuytu, tenha. (Mehre/Afşin)

Dombalak: Eller ve başı yere koyarak atılan takla. Dombalak dönme.

Döl: Kaba tabirle erkek çocuk. Kuzey ilçelerde kullanılır.
-Bizim mahallenin dölleri iyi yüzer.

Dulda: Kar, fırtına, yağmur, aşırı sıcak ve soğuk hava gibi dışarıda yakalanılan olumsuz hava koşullarında sığınılacak korunaklı alan.

Dümbüldek: Yayla ve köylerde tereyağı yapımında kullanılan ahşap yayık. Döngel Köyü’nde duydum.

Düven: 1. Alt kısmında keskin taş parçaları çakılmış, öküz, at veya katır tarafından çekilen geniş, uzun ve kalın tahta parçası. Buğday ve arpa gibi tahılların hasat edildikten sonra harman yerinde başağının üzerinden geçerek daneleri samanından ayırmada kullanılır. Antik Patos. Gem.
2. Dükkan. İşyeri.

E
Ede: Kahramanmaraş merkezde abi, erkek kardeş. Zamanla erkeklerin birbirine seslenme hitabı olmuştur.
-Edem! Nötin?
-Sagol ede. Sen nasılsın?

Elleham: Allahu alem. Allah bilir. Herhalde. Galiba.

Elöpen: Yavru ve küçük kertenkele. İnsanlar ellerine aldıklarında diliyle eli yaladığından bu isim verilmiştir. Kellenkeste.

Emecen: Semender. (Tatlar/Nurhak)

Eşkere: Aşikar, aleni, açıkça. Zıttı ôrun.

Evrâç: Açık ekmeği sacın üstünde dönderip hareket ettirerek pişirmeye yarayan kılıca benzer yassı uzun tahta. Evirecek.

Evran: Büyük yılan. Maran.

F
Fırıştak: Gazoz kapağı veya düğmenin iplere bağlanıp iki elle döndürülmesiyle oynanan oyuncak. Oyuncak pervane.

Firik: Arapça’dan geçmiş dilimize. Taze, olgunlaşmamış demektir. Tarhananın tam kurumamış, dondurmanın tam sertleşmemiş, buğdayın olgunlaşmamış olanına firik denir. Taze buğday ve nohutun ateş üstünde ütülmesiyle hazırlanan çereze de bu isim verilir. Civcivin büyüğü tavuğun ve celfinin küçüğüne de Elbistan’ın birçok köyünde firik derler.

G
Gabaltı: Dar sokaklarda üstü evlerle kaplı geçit, kapı altı. (Elbistan) Maraş merkezde örtme denir.

Galan: Artık, bundan sonra, gayrı.

Galıç: Orak.

Gallep: Güvercin. (Andırın)

Galli: Sincap. (Kümbetir Yaylası / Andırın)

Gamine: Bir sürü. Çok Fazla. (Elbistan)

Gane: Musluk. Kuzey ilçelerde kullanılır.

Gaslek: Başkaları tarafından istenmeyen bir eylemi bilerek ve isteyerek yapma. İnadına. Kasten.

-Gaslek üflük çalıyorsun. Biliyorsun sinir olduğumu.

Geçgere: Köylerde taş, tezek, odun vb taşımak için kullanılan tahta sedye. (Elbistan)

Gelberi: Pancar sökmeye yarayan el aleti. (İğde/Elbistan)

Gem: Alt kısmında keskin taş parçaları çakılmış, öküz, at veya katır tarafından çekilen geniş, uzun ve kalın tahta parçası. Buğday ve arpa gibi tahılların hasat edildikten sonra harman yerinde başağının üzerinden geçerek daneleri samanından ayırmada kullanılır. Antik Patos. Düven.

Gendime: Dövülmüş buğday. Yarma.

Gıcılamak: 1. Yağı azalan mekanik yüzeylerin birbirine sürterek ses çıkarması. Gıcırdamak. 2. Tembel birisinin harekete geçmesi. (İğde / Elbistan)

Gıcırmaç: Uçları inip kalkarken merkezi etrafında da dönebilen ağaçtan yapılma tahterevalli. Dönerken ağaçların birbirine sürterek çıkardığı sesten almış ismini. Gıcırtmaç, Gıcırgaç şeklinde de kullanıldığı yerler var. Andırın’da cızzan denir.

Gıyanetireği: Bertiz yöresinde bukalemuna verilen ad. Bahtabakan. Kumakertiş.

Gırnap: İp. (Elbistan)

Gildik: Afşin’de miskete verilen ad. Gulle. Misket boyutunda yapılan gildik köfte isimli bir de yemek vardır. (Mehre / Afşin)

Gişi: Evlilikte koca. Er kişi.

Godduş: Sinsi, kurnaz kişi. (Elbistan)

Goduk: 1. Annesinin peşinden ayrılmayan çocuk. 2. Sıkı arkadaş. (İğde / Elbistan)

Gonur: Böbürlenme, büyüklenme. (Mehre / Afşin)
–Gonur gonur gezme evladım.

Gopli: Tarladaki kesekleri ezmeye yarayan toprak işleme aleti. (Elbistan)

Gosguç: Ucu sivriltilmiş sopaları mayıs ya da yumuşak toprak zemine saplayarak rakibin daha önce sapladığı sopalarını devirip utmanın hedeflendiği bir çocuk oyunu.

Göğünmek: Tadını çıkarmak.
– Kış güneşi yüzünü göstermeye başladı. Göğüne göğüne ısınırız artık.

Gulle: Elbistan’da miskete verilen isim.

Guncuk: Çukur. (Tatlar/Nurhak)

Guşgana: Ekmek saklamak için kullanılan alüminyum veya plastik kulpsuz kapaklı tencere.

Guyulgan: Akarsuyun geçirgen bir toprak zeminde veya kayalıklar arasındaki yarıklara battığı yer. Subatan. (Tatlar / Nurhak)

Güneğik: Ayçekirdeği. Günebakan. Türkiye’nin en önemli çerezlik ayçekirdeği üretim merkezlerinden olan Elbistan’da güneyik, günevik, güvenik gibi değişik söyleyişleri vardır.

Gürk: Kuluçkaya yatmış tavuk.

-Gürkün cücüğü güzün sayılır.

Güvel: Yeşil ve mavi arasında bir göz rengi. (İğde / Elbistan)

H
Habbap: Islak zeminde giyilen altı tahta üstü lastik açık terlik. Nalın. Takunya.

Hak: Hoşaf yapmak ya da çerez olarak tüketmek  için doğranıp kurutulmuş meyve.

Halvana: Yağlı çerkez ekmeği. (Fındık/Göksun)

Hamlamak: Uzun bir aranın ardından yorucu şekilde çalışma veya spor yapma neticesinde kas ve iskelet sisteminin geçici olarak iflas etmesi. Çok yorulmak. (Elbistan)

Hamur Yoğuran: Peygamber devesi. Böceğin ön kollarının duruşu teşt üstünde kollarını uzatıp hamur yoğuran kişilere benzediği için böyle adlandırılmış. Maraş’ta Kozludere Mahallesi’nde Alicikli bağlarında duydum.

Hayat: Köy evlerinin girişinde bulunan balkona benzeyen üstü kapalı yanları korunaklı genellikle birkaç basamak süllümle çıkılan bölüm. Örtme. Sundurma.

Hazın Damı: Eski evlerde genellikle mutfakla bağlantılı olan güneş görmeyen, erzak saklanan oda. Kiler. Hazine odasından evrilmiş olmalı.

Heri: Şaşırma ünlemi. Yav!
–Gavur Gölü’ne bir metre kar yağmış.
-Yok heri!

Herlembeç: Ezilmiş, buruşmuş, dağıtılmış. (İğde / Elbistan)
-Bostanın herlembecini çıkarmış sizin döller.

Hele: İfadeyi pekiştirme için kullanılan ünlem.
-Ömür boyu serçe bile vurmamış, Beni vuracakmış bak ite hele.
(Mahzuni Şerif, Bana Dönek Demiş)

Hıtab: Sac böreği. Yanıç. (Tatlar / Nurhak)

Hınaza: Kuruntulu, içten pazarlıklı, sinsi.

Hışır otu: Yabani tere. (Şerefoğlu / Kahramanmaraş)

Horanta: Aile fertleri. Hane halkı.
-Yedi baş horanta yıkık hânede…
(Abdurrahim Karakoç, Doktor Bey)

Hoo Dodduruk: Yumurtalı Çeçen ekmeği. (Çardak/Göksun)

Horu Hopu: Sadece yetersiz miktarda veya istenilen düzeyde bulunmadığı durumlarda kullanılan hepsi/tamamı anlamındaki adıl. Hepi topu. Altı üstü. (Elbistan)
-Horu Hopu üç beş elma kaldı. Konuya komşuya dağıtmaya yetmez.

Horum: Taze baklagil demeti. Taze nohutun ütülmesiyle hazırlanan çereze Bertiz’de verilen ad. Firik.

Humsuluk Etmek: Meraklandırmak. Beklenti içine sokmak. Kuzey ilçelere kullanılır.
-Yarın sana çok önemli bir sır vereceğim.
-Humsuluk etme. Hemen söylesene.

Humsuz: Başkasının hakkını gözetmeyen , kendi hakkına razı olmayan, aç gözlü.
-Sıranı beklemelisin. Humsuzluk etme.

I
Iğdırık: Boşluk. Aralık. (Merkez / Kahramanmaraş)
– Kapıyı ığdırık bırak.

Isırgı: Isırgan otu. (Saygılı / Andırın)

İ
İlâ: “Öyle değil mi?” anlamında teyit etme ifadesi.

İlengeç: Yengeç.

İlimek: Kötü kokmak. (Elbistan)

İlitmek: Kötü koku salmak. (Elbistan)
– Kim ilitti burayı?

İlmeçer: Çengelli iğne.

İntasi: En kötü durumda. Elbistan, Afşin ve Ekinözü’nde kullanılır.
-Hadi acele et. Dolmuşu kaçıracağız.
-Kaçarsa kaçsın. İntasi taksiyle gideriz.

İrişgit: Et sucuğu.

İspatan: Su teresi. (Şerefoğlu / Kahramanmaraş)

İşmar: Vücut diliyle ôrun haberleşmek. İşaret etmek.


K
Kakıç kakma: Başkasının açığını, hatasını ortaya çıkarma.

Karamet: İftira. Karamet etmek. İftira atmak, kara çalmak.

Karatakı:  Karatavuk. (Kaynar/Onikişubat)

Karsamba: Gereksiz, fazla ve dağınıklığı sebep olan eşya.

Kaypancak: Oyun parklarında, toprak ya da kaya gibi doğada çocukların siyptiği yer. Kaydırak.

Kefkeflemek: Yaşlanmak, ihtiyarlamak. (Büyüknacar / Pazarcık)

Kelerik: Güneş yanığı. Soluk renk.

Kelermek: Güneşte yanmak, solmak.

Kellenkeste: Kertenkele. Elöpen.

Keme: Mantar. Arapça’dan.

Kepir: Su kaplumbağası. (Kandil / Ekinözü)

Kesek: Sürülmüş tarlada ezilip dağılmayan, kerpiç gibi bir arada duran sertleşmiş büyük toprak parçaları. (Elbistan)

Keş: 1. Genellikle yaylalarda yapılan ve dayanıklı olması için yoğun tuz içeren sert bir peynir türü. 2. Burun içinde kurumuş kirli sümük. Kahramanmaraş’ta bu isimle bir yaylamız da vardır.

Kısmık: Cimri, pinti, kıskanç.

Kızan: 1. Ergenliğe ulaşmış erkek çocuk. 2. Çiftleşme dönemindeki kızgın hayvan.

Körmen: Yabani sarımsak. (Şerefoğlu / Kahramanmaraş)

Kösnü: Köstebek. (Afşin Arıtaş‘da duydum ilk kez.)

Köten: Pulluk. Saban. (Elbistan)

Kumakertiş: Bukalemun. Bahtabakan. Gıyanetireği. (Şerefoğlu / Kahramanmaraş)

Kuzlacı: Gebe çiftlik hayvanı. Kuzulayıcı.

Kürük: Yeni doğmuş eşek yavrusu. Büyüyünce sıpa olacak. (İğde / Elbistan)  Yeni doğmuş at yavrusu. Büyüyünce tay olacak. (Divanlı/Maraş)

L
Lömlöm: Elbistan’da iştahlı şekilde yemek yemeye verilen isim. İştahlı kişiye lömlömcü denir. Maraş merkezde lomlom şeklinde kullanılır.
–Lömlöm yuttun köfteleri.

Löklökü: İri gulle. Appeş. (Elbistan)

M
Macca olmak: Başkalarının iş ve davranışlarını beğenmeyip rahatsız olmak, huylanmak, sinirlenmek. Etken hali macca etmek. Daha çok kadınlar kullanır.
–Size iş buyuranda suç. Öyle hamur mu yoğrulur? Macca ettiniz beni.

Mahana: Bahane, gerekçe.

Mahasiz: Patavatsız. Yerli yersiz konuşan kişi. Kendini beğenmiş. Vetsiz.

Mahrama: Banyo havlusu. Bu havlunun kalın pamuklu kumaşı. Bkz. Peşkır. (Akveren / Elbistan)

Makat: Eski evlerde oturmak için tahtadan yapılan genellikle pencere önüne veya odanın kapıyı gören duvarına boydan boya yapılan sabit somya.

Malamat Olmak: Rezil olmak. Milletin diline düşmek.
–Sokak ortasında çöğdürülür mü? Bizi malamat edecek.
-Sorun olmaz. O daha çocuk. Altına mı yapsın.

Melefe: Yorganın tenle temas eden alt yüzüne kaplanan beyaz pamuk dokuma bez. Astar. Kılıf. (Elbistan)

Mezdeği: Köknar ağacı.

Mıllı Mıcırık: Karma karışık. (Elbistan)

Mırık: Pis suların oluşturduğu çamur. (Elbistan)

Mırtık: Güvercin. Güvercinle uğraşan kişilere de mırtıkçı denir. (Merkez/Kahramanmaraş)

Miçi: Seksek oyunu. (Akveren/Elbistan)

Mucuk: Sulak alanlarda, bataklıklarda ve çayırlıklarda yaşayan, sürüler halinde uçuşan küçük bir tür sinek.

N
Nahana: Lahana. Türkiye’nin en büyük lahanalarının yetiştirildiği Elbistan’da birkaç nesil sonra unutulacak kadar az kullanılıyor günümüzde.

Naylon: Traktör arkasına yük taşımak için takılan demir iskelet üzerine kereste kasa ile inşa edilmiş dört tekerlekli motorsuz araç. Römork. Laylon olarak da bilinir. Özellikle pancar hasat zamanı Elbistan’da treni andıracak şekilde 5-6 tanesi bir traktör arkasına dizilmiş naylonları görmek mümkün.

Nizah: İhtilaf, tartışma, kavga, anlaşmazlık.
–Onunla ortak iş kurmanı önermem. Her konuda nizah çıkaracaktır.

Nötin: Nasılsın. Ne yapıyorsun. Kahramanmaraş merkezde kullanılır.
-Edem! Nötin?
-Sağol ede. Sen nasılsın?

Nucük: Kafası bedenine göre küçük olan kişi. Zıttı appeş. (İğde / Elbistan)

O
Ola: Acaba? (Elbistan)
–Eve geldi mi ola?

Omusilli: Çok iyi. Çok güzel.

Ôrun: Gizlice, haber vermeden. Uğrun. Zıttı eşkere. (Mehre / Afşin)
-Babandan ôrun gel. Kızmasın.

Oşartmak: Abartmak.

Oynaş kutusu: Cep Telefonu (İğde / Elbistan)

Ö
Örtme: 1. Eski kerpiç evlerin balkona benzeyen üstü kapalı, yanları korunaklı genellikle birkaç basamak süllümle çıkılan giriş kısmı, hayat (Elbistan). 2. Dar sokaklarda üstü evlerle kaplı geçit , gabaltı (Maraş).

Öşşek:  Vaşak. (Kaynar/Onikişubat)

Ötaçe: Suyun karşı kıyısı. Öte geçe. Ceyhan’ın ikiye ayırdığı Elbistan’da kullanılır.

Ötean: Geçenlerde. Geçen gün. Nurhak, Elbistan ve kuzey ilçelerde kullanılır. Ötân.
-Ötean İcmeler‘de Ali’yle karşılaştım.

Ötürük: İshal. Amel. Cırcır.

P
Pendir: Peynir. (Afşin-Elbistan)

Peşkır: El ve yüz havlusu. Farsça’da sırasıyla ön ve tutmak anlamlarına gelen “peş” ve “girift” sözcüklerinin birleşiminden oluşmuştur. Bkz. Mahrama. Akveren / Elbistan

Peyik: Pantolonun ve şalvarın bacak arası bölümü.

Pin: Kümes. Pinnik, pinlik gibi değişik söyleyişleri de vardır.

Portma: Eski iki katlı kerpiç evlerde iç bölümden üst kata çıkan üzeri kapaklı süllüm boşluğu.

Potpotu: Gürültülü çalışan su motoru ve bazı tekneli motosikletlere çıkardıkları ses dolayısıyla verilen ad. Benzer bir isimlendirme taktakıda vardır.

R
S

Sala: Pancar tarlası. (İğde / Elbistan)

Saası: Küçük köşeli kürek. Antep’te saksı derler.

Satır: Elbistan ve Afşin’de metal kovaya verilen ad. Bakraç.

Seyiplemek: Hayvanı veya insanı geçici süreliğine özgür bırakmak. (Mehre / Afşin)
–Mehmet Emmi davarları seyiplemiş. Bizim lahana tarlasına girmişler.

Sırınsı: Güneşte ipe serilerek kurutulmuş et. Afşin Mehre köyünde duydum bu kelimeyi. Günümüzde eti muhafaza etmede bu yöntem kullanılmasa da kelime bazı deyimlerde yaşıyor. Örneğin, iştah açıcı kokular için kullanılan: “sırınsı gibi kokmak”

Siflenmek: Gözden uzakta, kuytu yerlerde gizli saklı iş çevirmek. Sifli.
–Çetin’i bulamıyorum. Yine nerede sifleniyor acaba?

Sirken: Yabani ıspanak.

Sitil: Küçük bakraç.

Siypmek: Karda veya kaypancakda kaymak. Bazı yörelerde siipmek, sıypmak formalarında da kullanılır.
-Kış gelince haftasonu herkes Yedikuyular‘a siypmeye gider.

Su iti: Su samuruna eskiden Elbistan’da verilen isim. Su samurları Ceyhan’da azaldıktan sonra bu isim de unutulmaya yüz tuttu.

Süğük: Çatısız evlerde damın üzerie düşen yağmurun kenardan aşağı sızmasını önleyen, yağmur suyunu oluklara yönlendiren yükselti.

Süllüm: Merdiven.

Sümsük: 1. Yumruk. 2. Uyuşuk, saf kişi.

Ş
Şeş atmak: Düğün merasiminde erkek evinin kına gecesi için kız evine hazırlık malzemeleri götürmesi.

Şıltak: Türlü bahanelerle, bağırıp çağırarak haklıymış gibi görünme. Yaygara.

Şinik: Açık, hata, kusur.

Şor: Merkez ve güney ilçelerde konuşma, muhabbet, laf, söz. Şor vermek. Cor.
– Ede hele şor verin.

T
Taktakı: Elbistan civarında patoza verilen ad. Çıkardığı ses nedeniyle böyle isimlendirilmiş. Benzer isimlendirme potpotuda karşımıza çıkıyor.

Tama: Hani, Hani ya.
–Tama vatandaşdık, gardaşdık tama. (Abdurrahim Karakoç, Doktor Bey)

Tap: Kerpiç evlerde ikinci katta bulunan ağaçtan yapılan korunaklı uzun dar balkon.

Tar: Pin içindeki tavukların yumurtladığı bölüm. Folluk.

Telefsimek: Yorulmak. Bitkin düşmek. Telef olmak.

Teleme: Yaban inciri ve taze sağılmış keçi sütüyle yapılan çoban yiyeceği.

Tergemek: Bırakmak. Ayrılmak. Vazgeçmek. Terketmek.

-Canını hiç düşünmüyorsun. Çektiklerinin tek sebebi şu Maraş Otu. Sen onu vakitli terge. Yoksa o seni tergeyecek.

Teşt: Genellikle hamur yoğurmak için kullanılan geniş fazla derin olmayan madeni kap.

Tıtıma: Beceriksiz. İşbilmez.

Timinnahli: Takıntılı, huylu.

Tummak: Tüm vücutla suyun içine dalmak.

Tuman: Külot. İç çamaşırı.

Tumancak: Belden aşağısı çıplak kişi. Tumansız. (Elbistan)

U
Utmak: Oyunda, iddiada ve kumarda kazanmak. Edilgen hali utuzmak.

Utuzmak: Oyunda, iddiada ve kumarda kaybetmek. Etken hali utmak.

Ü
Üdürgü:Eski dönemlerde matkap yerine kullanılan, kalın ip ve tahtadan yapılma elle işleyen delme aleti.

Üflük: Islık.

Ütmek: 1. Nohut buğday gibi taze baklagillerin pişirilmesi, kelle ve tüyleri yolunmuş tavuğun küçük tüylerinin temizlenmesi için doğrudan ateşe maruz bırakılması. Tütsülemek. 2. Oyunu kesin şekilde kazanmak. Kumarda rakibin varını yoğunu kazanmak. Edilgen hali ütülmek.

V
Velhan: Sürülüp nadasa bırakılmış tarla. (İğde / Elbistan)

Vetsiz: Patavatsız. Yerli yersiz konuşan. Mahasiz.

Vızırdak: 3-4 cm boylarında beyaz benekleri olan siyah kanatlı bir böcek. Alaus Oculatus. Takla böceği. Çocukluğumu geçirdiğim Elbistan’da Vızırdakla ilgili birçok anım var.

Vızzık: Tam olarak tükenmemiş sigara izmariti. Muhtemelen imkanı olmayan birçok kişinin içtiği ilk sigarası.

Y
Yanıç: 1. Sac böreği. Hıtab. (Biçin / Nurhak) 2. Yengeç. (Tatlar / Nurhak)

Yarma: Dövülmüş buğday. Döğme. Gendime.

Yörep: Eğimli arazi, yüzey, yer. Yokuş. Akaba.

Yumak: Yıkamak. Temizlemek.

-Gene elini yüzünü yumadan mı oturdun sofraya!

Yumuş: Genellikle aile ve mahalle gibi toplum içinde üstünlerin alttakilerden talep ettikleri bakkaldan ekmek almak, bir bardak su getirmek gibi basit görevler. Talep eden yumuş buyurur, talebi yerine getiren yumuş tutar.

-Mehmet Emmi bırak torunların bugün rahat etsin. Hiç boş bırakmıyorsun. Sürekli yumuş buyuruyorsun.

Z
Zıncar: Yoğun çalılık. (Şerefoğlu / Kahramanmaraş)

Zibil: 1. Çer çöp. 2. Gereğinden fazla bulunma durumu.
-Zibil gibi adam gelmiş.

Zopur: Bahar aylarında sisli havalarda düşen hafif yağış. Kırağı. (Kümbetir Yaylası / Andırın)