“Camdan evin varsa, komşunun evine taş atma.” Bu dünya etme bulma dünyasıdır, eden buluyor inleyen ölüyor.

İlahi adalet er ya da geç bir gün tecelli ediyor. Herkes yaptığının karşılığını buluyor.
Başkalarına eziyet eden, zorbalık yapan eninde sonunda bir gün o zorbalığın ağına kendisi de düşüyor, yuva yıkanın, yuvası yıkılıyor, kalp kıranın kalbi kırılıyor.
Her zaman dersler çıkaracağımız hadiseler ve hikâyeler vardır.
Bu hafta, önce Hz. Yusuf hadisesini sonra da karga ile tilki hikâyesini paylaşmak istiyorum.
Hz. Yusuf’a kardeşlerinin ne kadar eziyet ettiklerini bir düşünelim.
Küçük yaştayken annesi vefat eden Hz. Yusuf'u ve küçük kardeşi Bünyamin'i babaları Hz. Yakup, şefkatle bakıp büyütüyordu. Çünkü onlar, anne şefkatinden mahrum kalmışlardı. Hz. Yakup'un diğer eşlerinden olan oğulları, Yusuf ve kardeşi Bünyamin'i babalarının kendilerinden daha çok sevmesini kıskanıyorlardı.
Kıskançlıkları iyice artan Hz. Yakup'un diğer oğulları, toplanıp aralarında konuşurlar. Yusuf'u babalarından ayırmaya karar verirler. Bunun için de iki yol düşünürler;
“Ya öldürürüz veya babamızın sevgisini kendimize çekeriz.” derler.
İçlerinden biri, “Eğer benim sözümü tutarsanız, Yusuf'u öldürmeyin.
Onu büyük bir kuyunun dibine bırakın ki, oraya uğrayan yolculardan biri çıkarıp başka bir yere götürür. Böylece Yusuf, babamızdan uzaklaştırılmış olur.” der.
Diğerleri de bu görüşü benimseyip Hz. Yusuf'u kuyuya atmaya karar verirler.
Ertesi gün, hep birlikte Hz. Yakup'a giden oğulları, koyunlarını otlatmak için kıra gideceklerini, kardeşleri Yusuf'u da çok sevdikleri için yanlarında götürmek istediklerini söylerler. Kardeşlerinin Yusuf'a bir şey yapacaklarından çekinen Hz. Yakup; “Onu götürmeniz, beni mahzun eder. Siz, ondan habersizken onu kurt yemesinden korkarım.” der. Hz. Yakup, oğullarının ısrarı ve Hz. Yusuf'un da onlarla gitmek istemesi karşısında takdire razı olur. Kardeşleri, babalarından uzaklaşınca Yusuf'a zorbalık etmeye başlarlar. Bir müddet sonra atmayı kararlaştırdıkları kuyunun başına varırlar. Kardeşleri, Hz. Yusuf'un elbiselerini soyduktan sonra ipe bağlayıp kuyuya sarkıtırlar. Kuyunun yarısına varınca da ipi keserler kuyuya atarlar.
Kardeşleri, Hz. Yusuf'un sırtından çıkardıkları gömleği kestikleri bir hayvanın kanına bulayıp babaları Hz. Yakup'a götürürler. Onu kurt yemiş.” derler. Hz. Yakup, onların yalan söylediklerini anlayarak; “Hayır. Nefisleriniz sizi aldatıp böyle bir işe sürüklemiş. Artık bana düşen, sabr-ı cemildir. Sizin bu yaptıklarınız üzerine sabrımla Allah-u Teâlâ’dan yardım isterim.” der. Hz. Yusuf'un kana bulanmış gömleğini yüzüne gözüne sürer ve gömleğin hiç yırtılmamış olduğunu görür; “O kurdun Yusuf'uma karşı şefkati, sizden fazlaymış. Vallahi bugüne kadar bu kurt gibi yumuşak huylusunu görmedim. Oğlumu yemiş de, sırtındaki gömleğini bile yırtmamış.” der ve takdire razı olup sabr-ı cemilin kendisi için en güzel yol olduğunu söyler.
Herkese tekrar hatırlatmak isteriz. İlâhî adaletin terazisi asla şaşmaz.
Allah imhal eder, ama ihmal etmez. Zorbalık yapmak isteyenlerin karşısında susmak kadar güzel karşılık yoktur. Bilge ve yiğit kişiler sessizliklerini zorbaları susturmak için kullanır. Hz.

Yusuf hadisesini anlattıktan sonra gelelim karga ile tilki hikâyesine.
Ne zaman zorba insanları görsem tilki ile kartalın hikâyesi gelir aklıma.
Bir zamanlar kartal ile tilki birbirine komşuymuş. Kartalın yuvası büyük bir ağacın dallarında, tilkininki ise aynı ağacın kovuğundaymış. Fakat iki komşunun birbirini pek sevdiği söylenemezmiş. Ne tilki kartala güvenir, ne de kartal tilkiyi severmiş.
Bir gün tilki yavrularına yiyecek aramak için ormana gitmiş. Kartal, ne zamandır tilkinin yavrularından birini gözüne kestirmiş. Tilkinin gittiğini görünce hemen havalanarak aşağı süzülmüş. Yavru tilkiyi kaptığı gibi yuvasına getirmiş. Tam yavrularıyla birlikte tilkiyi yiyecekleri sırada anne tilki koşup gelmiş.
Yavrusunu yuvada göremeyince, kartalın çaldığını anlamış.
Kartala seslenerek:
-Kartal kardeş, yapma etme!
Yavruma kıyma!
Onu bana geri ver, diye yalvarmaya başlamış.
Kartal yuvasından başını uzatarak:
-Hayır, vermem demiş.
Kolaysa gel kendin al. Nasıl olsa buraya tırmanamazsın.
Tilki, üzüntüyle ağaca bakmış. Bu kadar yükseğe tırmanması imkânsızmış.
O sırada aklına ormanın ilerisindeki Kızılderililer kabilesi gelmiş.
Kızılderililer ateş yakmış yemek pişiriyorlarmış.
Tilki, "O ateşten bir meşale alırsam, yavrumu kurtarabilirim" diye düşünmüş.
Sonra gidip gizlice kabilenin ateşinden bir meşale almış.
Hemen geri dönüp kartalın yuvasının altına ateş yakmış.
Yuvası duman içinde kalan kartal, neye uğradığını şaşırmış.
Aşağı bakınca, dumanların halka halka yuvasına doğru yükseldiğini görmüş.
Telaşla:
-Aman tilki kardeş, söndür şu ateşi.
Yavrularım dumandan boğulacaklar, diye bağırmış.
-Sen benim yavrularımı düşündün mü ki, ben senin yavrularını düşüneyim, demiş tilki.
Hatasını anlayan kartal hemen tilkinin yavrusunu aşağı bırakmış.
Yavrusuna kavuşan tilki, ateşi söndürmüş. Sonra da kartala şöyle seslenmiş
-Görüyorsun ya komşusuna zarar veren, kendisi de güvende değilmiş.
Sen sen ol... Bir daha komşunun haklarına saygılı ol!
Eden bulur derlerdi de inanmazdık!
Hikâyede olduğu gibi adalet bazen kısa sürede, bazen de uzun sürede tecelli ediyor.
Hikâyedeki öğüt: Zorbalar asla rahata kavuşmazlar. Güçlü olduklarını sanıp dostlarına ihanet edenler bir gün bunun cezasını çok acı çekerler. Dostlarının güçsüzlüklerini fırsat bilenler, güçlü olan, her şeye gücü yeten ilahi kudreti unutmasınlar.
Zorba olanlar, zorbalık ettiklerinden daha fazla güvende değildirler.
Ben şahsen, bana yapılan zorbalığı, haksızlığı hep Allah'a havale ediyorum.
Bu dünyada zulümle payidar olan var mı? İyi ki İlâhî adalet var.
Zorbalık dünde vardı, bugünde var, yarında olacak.
Cenâb-ı Hak, cümlemizi zorbalıktan, zulmetmekten ve kul hakkına girmekten muhafaza buyursun…..