Yer kabuğunun en yaygın üçüncü elementi olan alüminyum, sadece günlük eşyalarımızda değil; aynı zamanda pek çok endüstride de kullanılıyor. Şu an bir hayli uygun maliyetli olduğu için yaygın kullanılan bu metal, aslında daha önceden bulunmaz hint kumaşıydı!
Kullanılabilir hâle gelmesi uzunca bir süreyi bulan alüminyum, bir zamanlar gümüşten ve hatta altından bile daha değerliydi.
Bugün altının, gümüşün önemini bilmeyenimiz yoktur.
Altın, gümüş ve platin gibi metallerle sıkça karşılaşıyoruz. Peki ya bu prestijli metal grubuna alüminyumun da bir zamanlar içinde olduğunu söylesek?
Evet, yanlış okumadınız. Alüminyum, geçmişte oldukça nadir bulunuyordu ve bu sebeple de çok değerliydi. Geçmişine indiğimizde tarihi 1800'lere kadar uzanıyor. Bilim insanları tarafından keşfedilip izole edildikten sonra bile alüminyum, oldukça nadir bulunan ve son derece değerli bir metal olarak kabul ediliyordu.
Roma İmparatoru Tiberius'un alüminyumu gördüğünde yaşadığı şaşkınlık, onun nadirliğini ve değerini anlamamızı sağlıyor.
Günümüzde kendisiyle o kadar sık karşılaşıyoruz ki, artık o kadar da değerli gelmiyor bizim için. Fakat bir zamanlar insanların elini attığında o kadar da kolay ulaşabildiği bir şey değildi. 19. yüzyılın başlarında saflıktaki formu çok nadirdi, doğal olarak çok da pahalıydı.
O dönemlerde üretimindeki teknolojik sınırlamalar, onu bir lüks ve prestij sembolü hâline getiriyordu. Özellikle Fransa İmparatoru III. Napolyon, özel davetlerde alüminyum tabaklar kullanarak konuklarını etkilemeye çalışmış, Danimarka Kralı Christian, alüminyumdan yapılmış tacını taşımış ve Washington Anıtı alüminyum kapak taşıyla inşa edilmişti.
Ancak tüm bunların aksine alüminyumun değeri, 19. yüzyılın ortalarında önemli bir keşifle tersine döndü.